1 Temmuz 2009 Çarşamba

Enerji-Melek 4

Enerji - Melek - IV

Bir şeye gerçekten iman etmek, iman edilen şeyin anlaşılması, kavranılması, idrak edilmesi içindir. Elbette ilkin o şeyin ne olduğunu bilmek, öğrenmek şartıyla. Aksi taktirde o şeye değil, o şeyin ismine iman edilmiş olur. Bu durum, bir şeyi inkar yada ret etmek içinde aynen geçerlidir. İşte meleklere iman etmekle de bir kişi öncelikli olarak kendisindeki meleki güçlere giden yolun anahtarını açmakta, imanın gereği olan çalışmaları yapmakla da bu meleki güçleri keşfedip kullanmaya dolayısıyla da Hakikatının özelliklerini anlamaya başlamaktadır. Kısacası bir kişinin Özündeki Evrensel Bilince ve bu Bilince ait güçlere ulaşması, kavuşması için en taban düzeyde meleklere iman etmesi gerekmektedir. Varlık aleminde bir katman olan melekler, kişinin kendini tanımada en önemli boyutu teşkil etmektedir. Çünkü meleği bilmeden, idrak etmeden, kendindeki bu sınırsız güçleri elde etmeden Allah’ı tanıyıp Ona ayna olmak mümkün değildir. Keza Onu tanımayan Kitabını, Resullerini,... Evrensel Sistem Ve Düzenini anlaması da kesinlikle söz konusu değildir. Bu yüzden iman esaslarında meleklere iman, Allah’a imandan hemen sonra zikredilmiştir.
Bugün meleklerin varlığını kabul etmeyenler ise aslında, otomatik olarak hem bu dünya hayatında hem de ahiret yaşantısında kendisine zarar verecek şartlara, güçlere karşı yegane güç ve kuvvet olan bu kuvveleri (enerjileri) inkar ettikleri, bunları harekete geçirmedikleri için, ölüm ötesi boyutlarda sonsuz denecek kadar uzun süren sayısız azaplarla karşılaşacaklardır. En azıyla iman eden ve gereğini yapanlar ise bunun faydasını her şart ve aşamada göreceklerdir. Bize önerilen namaz, oruç, haç, zekat, zikir,...gibi çalışmalarla birlikte dedikodu yapmama, gıybet etmeme, zinada bulunmama, adam öldürmeme..., haram işlememe yada elden geldiğince devamlı çevreye iyilikte bulunup verici olma, olumlu davranışlar sergileme..., her an helal peşinde olma gibi eylem ve düşünceler de, her şeyin sahibi olduğunu zan (hayal) ettiğimiz güç ve kudret sahibi bir Tanrı için olmayıp tamamen kişinin kendindeki bu hallerine karşılık gelen çeşitli türden meleki özelliklerin edinilmesi amacıyla teklif edilmiş hükümlerdir. Her ne kadar bunları yapmamıza rağmen bugün bu kuvveleri fark edip bunlarla hareket edemiyorsak da, bu kuvvelerin geçerli olduğu Ahiret boyutunda bunların ortaya çıkışını engelleyen ruh da ki parazitlerin çeşitli arınmalar ile atılması sonucu bu güçler fark edilip yaşanır hale gelinecektir. Herkesin düzergahı olan cehennemin rahmet oluşunun nedeni de budur.
Meleklerde yeme- içme, uyuma- uyuklama, zevk-şehvet, acı- ıstırap, cennet- cehennem diye bir kavram yoktur. İnsanlar ve cinler için azap duyulan ortamlarda bulunsalar bile hiçbir şekilde etkilenmezler. Mesela Cehennemin (Güneşin) kendine has varlıkları olan ve insanlarla, Cinlerin aralarına düşmesini dört gözle bekleyen çeşitli suretlere bürünmüş heybetli, ürkütücü, korkunç görünümlü ateş yiyip kusan Zebaniler böyledir. İnsanlar da dünyadaki arınmaları oranında meleki boyuta geçtiklerinde yani melekleştiklerinde, aynı meleki yaşam içine girdikleri yada gireceklerinden onlar içinde tıpkı melekler gibi şuur boyutunda yeme- içme, üzüntü, şehvet, dinlenme- yorulma...vb kavramlar ortadan kalkar. Ancak yaşadığımız boyut kanunlarınca bu tür haller onlarda da normal olarak gözükür. Buna karşın Mutlak Bilince ait bu özellikler maddesel boyutumuza hakim olduğundan dilenildiğinde bunları bedende de göstererek keramet dediğimiz şeylerin oluşmasını da meydana getirebilmektedirler. Bu nedenledir ki dünya yaşamında şartlanmalar, değer yargıları ve duygular ile vehmi benliğinden arınan bu yapılar daha öncede belirttiğimiz gibi dünyamızda yer almalarına, gözükmelerine karşın gerçekte aynı anda, sahip oldukları ilim ve kudret düzeyine göre cennet boyutunda bir melek olarak yaşamlarına devam ederler. Bu yüzden Hz İsa (as) da insanları, ölüm kapılarını çalmadan göklerin melakutuna girmeleri için devamlı uyarmış ve bunun yollarını da onlara göstermiştir.
Bu dünyada arınmamış ama cennetle hüküm olunmuş insanlar da cehennem ortamında idrak ve enerji düzeylerine bağlı sürelerde arınarak kendindeki bu meleki güçleri keşfetmek yani Nur boyutuna dönüşüme uğramak suretiyle cennet denilen uzayın Nur scalasındaki Bilinç ve bu Bilincin özelliklerinin açığa çıktığı ışınsal boyutlarına geçiş yapacaklardır. “Cennete ancak melekler girer” sözünün altında yatan gerçek de budur. Nasıl ki maddesel bedenimizle, Nar boyutuna geçemiyorsak, o boyutun kuralları farklı bizim boyutun kuralları farklıysa aynı şekilde maddesel bedenle yada Nari (Ruh) bedenle de Cennet boyutuna geçilemez, girilemez. Çünkü her boyutun kuralı ve yaşam şartları kendi boyutuncadır. Bu yüzden Cennetlik olan insan da ancak melek haline dönüşerek o boyutta yerini alabilir.
Yine aynı sebeplerden dolayı cennet boyutunda bildiğimiz türden tüm kavramlar düştüğünden, bu kavramlar o boyutta geçerliliğini yitirdiğinden Kuran ve Hadislerde anlatılan cennet tasvirleri de insanın beş duyu ötesindeki kavramlara, gerçeklere yaklaşım sağlayabilmesi için tamamıyla o boyut özelliklerine işaret eden mecazi anlatımlardır. Bunu daha iyi kavramak için, bulunduğumuz boyutun yaşam kurallarının, bu boyutu oluşturan ve sırasıyla hücresel, moleküler, atomik, parçacık- enerji boyutlarına ayrı ayrı inildikçe nasıl anlamını yitirip şekil değiştirdiğini görmemiz yeterlidir. Dolayısıyla Kuran Arabistan da değil de mesela kutuplarda ortaya çıkarak burada yaşayan insanların anlayışına, sorunlarına göre şekillenmiş, dizayn edilmiş olsaydı, asıl olanın lisan değil de mana olduğundan acaba Öz boyutlara işaretle Kuran nelerden ve nasıl bahsederdi?. Bu durum Kuranın içeriğinde bir değişiklik yapar mıydı?...
İnsan kendi Hakikat ve özelliklerine sıçramayı, bu noktaya geçişi (urucu) ancak melekler aracılığıyla yani Hakikat bilincinin güçlerini kullanarak gerçekleştirebilmektedir. Yani, Alemi seyir denilen kendindeki Allah’a ait özellik ve vasıfları Evren adı altında seyretmesi meleklerin varlığıyla oluşmaktadır. Bu yüzden Hz Muh (sav) in Özüne yönelik zumlama olan Miraç da Cebrail (as) ile olmuştur. Burada önemli bir nokta da “üstün insanın meleklerden üstün” olduğu sözünün, İnsanın halife olmasının gereği olan Allah isim ve sıfatlarının manalarını ortaya koymak suretiyle meleki özelliklere bürünüp kendi kuvveleri olarak onlar üzerinde tasarrufta bulunabilmeleri yönüyle söylenmiş olmasıdır. Hatta bunların içinde bazıları ise, üstün meleklerden de üstündür. Yoksa Cinlerden bile üstün olmayan sıradan bir insanın meleklerden üstün olması söz konusu dahi olamaz. İblis de bu sıradan insanlara kıyasla Adem (as) ı değerlendirdiği ve ondaki dolayısıyla da kendisindeki üstün meleki güçler ile Hakikatın İlmini göremediği için ona secde etmedi (yani, üstünlüğünü kabul etmedi). Nar’i ilim ve güçlerle donanmış üst düzey iblis yada ibilislerin Nurani Güç ve ilime sahip Veli dediğimiz yapılara dahi musallat olabilseler de, Meleki boyutun Nar boyutunun daha altında yada üstünde bulunması sonucu o boyuta hakim olması nedeniyle onları hiçbir şekil ve düzeyde etkileyemez, zarar veremezler. Üst düzey Veliler ise, Cin sınıfı içindeki ifrit ismiyle bilinen bu üstün yetenekli ve kuvvetli Cinleri her şekilde bloke edip onları istedikleri biçimde kullanabilir, gerektiği zaman da onlara zarar verip öldürebilirler.
Ruh adlı meleğin sonsuz-sınırsız olması Ondan boyut- boyut meydana gelen varlıklarında her boyutta yine sonsuz- sınırsız olduğu anlama gelir. Bu yüzden madde olarak görünen bu boyutunda bir sonu ve sınırı yoktur. Yani bu boyut içinde maddesel yapının bitip başka bir boyut ve o türden varlık yada varlıkların başlaması yer alması söz konusu olamaz. Bu nedenle de meleklerin evrende ( bu astrolojik veya dışımızda çeşitli türden varlıklar şeklinde) ve insandaki tenezzülü mekansal, yönsel olmak yerine tamamıyla katman – katman çeşitli sistemler şeklinde boyutsal açığa çıkmaları şeklindedir. İşte, Kadir anında tenezzül eden Ruh ve Melaike, o gece içindeki çok kısa bir sürede oluşturduğu güçlü tesirlerle o konuya açık kişileri Mutlak Varlık ile olan bağlantılarını sağlamaktadırlar. Hz İsa (as) ın göklerden melekler eşliğinde gelmesi olayı da tamamen mecazi bir ifade olup, Hakikatının Bilincine (semaya) ait ilim ve güçle yeryüzünde tekrardan belirmesi ve o bilincin güçleriyle gerekenleri yapmasıdır.
(bkz. Akıl Ve İman / Evrensel Sırlar / Tecelliyat / İnsan Ve Sırları II / Okyanus Ötesi III / Kendini Tanı – Ahmed Hulusi / Descend of Angel (Meleklerin İnişi) / Melekler Ve Kadir Gecesi – Ahmed Fevzi Yüksel- www.sufizmveinsan.com -Tasavvuf )
hologramk@yahoo.comİstanbul - 19.04.2005http://sufizmveinsan.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder