1 Temmuz 2009 Çarşamba

Enerji Alanları ve İnsana Dair Haylice Kapsamlı Bir Yazı H

Enerji Alanları ve Biz 16
Ayette “Kuran’ı biz indirdik, şüphesiz onun koruyucusu biziz” denilerek (biz kelimesi, ef’al yani çokluk boyutundan ifade edildiğini bize göstermekte) Kuran’ın diğer nüzul olan kitaplar gibi bozulmadan aynı şekli ile muhafaza edileceği belirtilmektedir. Ancak bu noktada şu soru akla gelmekte: “ Acaba bu koruma işlemi hangi sistemle gerçekleşmektedir?”. Bunun cevabı, birtakım melekler ile görevli veliler aracılığıyladır. Görevli velilerin en önemli vazifelerinden biri de Kur an ile birlikte onun ne şekil ve yönde anlaşılması, yorumlanması gerektiğini, nasıl hayata tatbik edileceğini bize gösteren hadislerin, korunmasını, denetimini sağlamalarıdır. Bu yüzden günümüze kadar gelen ve şu anda da var olan evliyaullahın hiçbiri hadislerin bir kısmının ya da büyük bir çoğunluğunun uydurma olduğu yolunda en ufak bir şüphe imasında bulunmadıkları gibi, tek bir hadisi bile bu şekilde nitelendirmemiş ve geçmişte bunları, insanların anlayabilmeleri için günün ilim seviyesini de dikkâte alarak genelde benzetmelerle, sembollerle anlatmaya çalışmış, anlatamadıkları noktalarda da susmuşlardır. Bugün bilinen ve ittifakla kabul edilen hadis külliyatının Batıni olarak Hz.. Muhammed (sav)’ in çeşitli şekillerde müdahaleleriyle, Zahiri anlamda ise ne şekil ve titizlikle hazırlandığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Eğer denildiği gibi gerçekten olumsuz bir durum söz konusu olsaydı, öncelikle bunu, Keşif ve Fetih özellikleri dolayısıyla her an Hz.. Muhammed (sav) ile görüşen bu zevat dile getirir ve böylece insanlar uyarılmış olurlardı.Günümüz bazı Tanrı bilimcileri ise, boyutsallık ve sembol içeren bu verileri çağdaş bilimin bulgularıyla sentezleyerek var olan yanlış anlayışları düzeltmeleri gerekirken bunun yerine bu yanlış anlamalara neden olarak gördükleri verileri yok etmekle dini hurafelerden arındırdıklarını zannetmektedirler. Tıpkı devekuşunun kafasını toprağa gömmekle görünmez olduğunu sanması gibi... Bu sebeple akademik şartlanmalarla elde ettikleri payeleri, egoları ardına gizlenip evrensel sistemi, düzeni bu şartlanmalarla açıklayan ve var olan sistem ile birlikte insanın kendisini, özünü tanıma yolunda devrim niteliğindeki günümüz bilimsel gerçeklerden bihaber, ancak her noktada da bilimselliği de ağızlarından hiç düşürmeksizin “çağdaş olarak Kuran’ı ve hadisleri inceliyoruz” ya da “bilimsel olarak bu çağa uymadığı için bu hadisler uydurmadır” yaftalarıyla gerçeğe, evrenselliğe değil, sırf kendi terkipselliklerine, bilgilerine, algılamalarına ters düştükleri için hadisleri bir çırpıda yok saymakta bunun sonucunda da hem kendilerini hem de insanlığı yanlış yönlendirerek altından kalkamayacakları bir vebalin altına girmektedirler. Zaten Kuran ve hadislerin bildirdikleri, evrensel sisteme, Öze dönük hükümler içermesi dolayısıyla bunlar bizim terkipselliğimize göre, nefsimize uygun olarak düzenlenmiş ya da onları tatmin etmeye yönelik hükümler değil, terkibimizi zorlayıp kırmayı amaçlayan hükümlerdir ki bu da imanı zorunlu kılar.Resulullah zamanında da bazı olaylar mümin olanları bile zorlayıp onlardan bir kısmının dinden dönmesine neden olurken Hz.. Ali (ra), Hz. Ebu Bekir (ra)...gibi sahabenin bu tür şeylere karşı takındıkları tavır, her durum ve şartta Hz.. Muhammed (sav)’ e iman etmekti. Mesela miraç hadisesinde anlatılanlar karşısında (Müslümanlardan bir kısmı dumura uğrayıp, sarsılırken bir kısmı da hafsalaları almadığı için Resulullah’ı inkâr etmişti) müşriklerden birkaçının Hz.. Ebu Bekir’e gelerek durumu izah ettiğinde onun verdiği cevap ibret niteliğinde olmuştur. “ Eğer O dediyse doğrudur, kesinlikle hiç şüphe etmiyorum, kabul ediyorum... Siz bana ne şaşırıyorsunuz!. Hiçbir yere gitmediği halde, gökten geldiğini söylediği o emirlerin hepsine bu kadar zamandan beri inanıyorum da, buna niye inanmayayım?... ”Nisa-136 da “ Ey iman edenler iman edin...” şekliyle ifade edilerek açıkça iman ehlinin İMAN etmesinden bahsedilmektedir. Keza yine Resulullah Hz. Ali (ra) “ Ya Ali, insanlar Allah’a Birr ve Salih ameller kapılarından yaklaşır; sen aklın ile Allah a yakin olanlardan ol...” diyerek iman dan sonra da aklı o iman doğrultusunda işletmesini tavsiye etmiştir. Bu yüzden, kendi sınırlı kapasitelerini göz önüne almaksızın işine gelen hadisleri kabul gelmeyenlerini de ret temeli üzerine inşa ettikleri sistemlerinin, gelişen bilimsel bulgularla çöktüğünü bile fark edemeyecek düzeyde bulunan bu insanların, önümüzdeki zaman süreçlerinde bu durumlarının gün be gün fark edilir hale geldiği herkes tarafından görülecektir (elbette sözüm bu anlayışta olanlaradır).Oysa buradaki ölçü, Resulullah’tan tüm gelenleri öncelikle olduğu gibi kabul edip sonra da daha ileri gitmeyi arzu ediyorsa, bunların ne anlama geldikleri üzerine düşünüp tefekkür edip bunları çözmeye çalışmaktır. Yani inancımızın gerektirdiği duruş: “ Bu hadislerin ne anlatmak istediğini şu an için çözemiyorum, fakat bunlar şimdiki idrakime, bilgi ve anlayışıma her ne kadar ters düşmüş olsa da bunun mutlaka mantıklı bir anlamı, açıklaması bulunmaktadır. Bu yüzden bunun doğruluğuna inanıyorum (iman ediyorum) ” şekliyle olmalıdır ki, bu da Resulullah’a olan imanın bir gereğidir. Çünkü Kuran’ın üzerinde bulunduğu tahtın ayakları hadislerdir. Dolayısıyla İslam dini Kuran ve Resulullah’ın bildirdiklerinden ibarettir.Zaten basit bir mantıkla eğer Kuran evrensel bir kitapsa (ki öyledir), her döneme hitap etmesi nedeniyle bin dört yüz yıl önceki halle sınırlı olamaz. O halde Kuran’daki “Resule uyun” ayetleri de sadece o dönem insanlarına ait olmayıp her dönem için geçerlidir ki, bu durum Kuran’ın birçok yerinde net bir biçimde vurgulanmıştır. Aksi doğru olsaydı Kuran’da bu ilgili ayetler yer almaz, “size sadece Kuran yeterlidir...” gibilerinden bir ayet açıkça ifade edilir, her şeyi en iyi bilen Resulullah’ın da bu konuda açık uyarıları olurdu. Oysa böyle bir durum kesinlikle yok. Ayet ve hadisler bunun tam zıttı bir biçimde,
"... (Hakkında) Hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağzınızla söylüyorsunuz !.. Ve de bunu basit sanıyorsunuz.. Halbuki o Allah İndinde çok azametlidir !.." (24-15)
"Resul, nefsinin arzusuna uyarak söz söylemez; O' nun söylediği söz, kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir !.." ( 53-3-4)
"Kim Resule İtaat ederse, Allah’a itaat etmiş gibidir!.." (4-80)
"Resul size ne verirse onu alın; size neyi yasak ettiyse ondan da sakının !.." (59- 7)
" Allah’a, Resulüne inanıyorsanız; herhangi bir şeyde ihtilafa düştüğünüzde, onu Allah’a ve Resulüne arz ediniz !.." ( 4-59)
"De ki: Allah’ı severseniz, bana tabi olunuz; ki Allah da sizi sever ve günahlarınızı bağışlar. " (3-31)
"Allah’ın inzal ettiğine ve Resulüne uyun; denilince münafıklar, senden çekindikçe çekiniyorlar. " (4-61)
"Hala şu hakikâti anlamadılar mı ki; kim Allah’a ve Resulüne (emirlerine) yan çizerse, ona içinde ebedi kalıcı olarak cehennem azabı vardır !.." (9-63)
"Kim Resule muhalefet ederse kendisine hakikât gösterildikten sonra, iman edenlerden gayrının yoluna saparsa, onu kendi yoluna terk ederiz; cehenneme koyarız "!.. (4-115)
"Kim Allah’ın inzal ettiğiyle hükmetmezse, işte onlar Kâfirin ta kendisidir !.." (5-44)
"Cebrail Aleyhisselâm, Rasûlullah'a Kurân’ ı getirdiği ve öğrettiği gibi sünneti de getirmiş ve öğretmiştir.." hadis
"Gözünüzü açın ki, bana Kur'ân ile birlikte bir misli daha verildi !.." hadis
"Sizden herhangi biriniz sedirin üstünde dayanarak, Allah'u Tealâ şu Kur'ân 'dakilerden başka bir şeyi haram kılmamıştır mı sanıyor? Gözünüzü açın ki, ben de emrettim, va'zettim, yasakladım. Onlar (sayıca), Kur'ân'ın misli gibidir, belki de daha çok..." hadis
“Okunmakta olan hadisimi koltuğuna yaslanmış olarak herhangi birinizin dinlemesini ve sonra da okuyana – sen hadisi bırak, onun doğru veya yalan olduğunun anlaşılması için Kuran’dan bir şeyler oku – dediğini kat’ iyyen bilmeyeyim!..söylenen o güzel sözü ben söyledim.” Hadis
“Benim sünnetimden yüz çeviren bizden değildir.” Hadis
açıklanarak net bir biçimde bu tartışmaları noktalamaktadır. Buna karşılık (batı) bilim dünyası ise, din adı altında anlatılmak istenen gerçeği bilemedikleri için bugün ilgilendikleri o muazzam konuların ne anlama geldiğinin farkında bile değillerdir.
(Bkz. Muhammed Mustafa II – İnsan Ve Sırları II – Hz. Muhammed Ney i Oku du – Akıl Ve İman / Ahmed Hulusi )
Devam edecek...

Enerji Alanları ve Biz 17
Şimdi de şu soruların cevabını bulmaya çalışalım: “ Resuller, Nebiler ve Veliler hiçbir özellikleri yokken tüm insanlar arasından rastgele, öylesine seçilmiş alelade kişiler midir? Yoksa programları gereği sahip oldukları çeşitli özellik, kapasite ve yetenekleri sebebiyle mi bu görevleri ifa ederler?..
Bunu şöyle de sorabiliriz: Bir devlet başkanı herhangi bir ülkeye en üst düzeyde birini elçi olarak göndereceği zaman, gerekli tüm bilgi donanımıyla birlikte, herkesin bilmediği, görünenin ardındaki birtakım gizli gerçeklere de vakıf olan birini mi yollar, yoksa bunlardan tamamıyla bihaber, hele hele siyasetten bile hiç anlamayan bir kişiyi mi görevlendirir? Tabii ki, aklı başında bir insanın söyleyeceği üzere tüm ilgili konulara hakim, konunun uzmanı, yetenekli birini görevlendirir. Aynı şekilde Resul, Nebi ve Veliler de sahip oldukları kapasite ve olağanüstü yetenekleri ile Allah’ı en çok bilen, tanıyan bu nedenle de ona en geniş anlamda ayna olabilen varlıklar olmaları dolayısıyla sırf ilgili görevleri yerine getirmeleri için yaratılmış, var edilmiş kişilerdir. Bunların arasında Hz. Muhammed (sav) efendimiz ise: “Ben Resul ve nebiler arasında öne geçirilenim” diyerek Allah’a ayna olma işlevini en zirve “Nokta” ve “Boyutta” gerçekleştirdiğini bize bildirmektedir.
Bu yüzden denmiştir ki: “Resul, Nebi ve Veliler anne karnındaki 120. günde de...sperm halindeyken de... babalarının sulbündeyken de, levhi mahfuzda da... Allah’ın ilminde de...Resul, Nebi ve Veli idiler.” Yani bu yetenekler, onlarda hiçbir şekilde mevcut değilken sonradan belli çalışmalar sonucu kazandıkları edinimler olmayıp tamamıyla o özelliklere sahip olmaları sebebiyle belli bir süre sonra onlardan kuvveden fiile açığa çıkan şeylerdir ki bunlardan velilerin yapmış oldukları ibadetler, sadece bunların ortaya çıkışlarına birer vesiledir.
Bununla birlikte her ne kadar bazı kimselerin Hz. Muhammed (s.a.v)’i bir postacı gibi görüp (bilindiği üzere postacı getirdiği şeyin içeriğinin, onda ne yazılı olduğunun farkında ve bilgisinde değildir) onun hadislerini bir kısmıyla kabul ederek ya da hiç kaale almaksızın, hayatlarını tanzim edip sistemi de buna göre değerlendirmeleri yanlışsa, onun getirdiklerini, bildirdiklerini değerlendirmek, anlamak yerine papağan gibi ezberlemek, üzerinde hiç düşünmemek, mecaz ve sembolleri olduğu gibi gerçek olarak kabul etmek ve bu anlayışla onu yüceltmek adına tapınmak da bir o kadar yanlıştır.
Bu her iki olumsuz davranışa karşılık, Hz Resulullah: “ Resul ve Nebiler içerisinde en çok eza gören benim” diyor. Oysa biz biliyoruz ki, her ne kadar Resulullah’a, en güçlü insanların bile tahammül edemeyeceği sıkıntılar, çileler yaşatılmış olunsa da geçmişte çok daha fazla zulme uğramış Peygamberlerin varlığı da söz konusudur. Mesela, Zekeriya (a.s) testereyle diri diri, lime-lime parçalanarak, Yahya (a.s) ise başı kesilerek şehit edilmişlerdi. Dolayısıyla, burada efendimizin esas anlatmaya çalıştığı şey, öncelikli olarak her şeye rağmen anlaşılamamış olmasıdır. Düşünün, en kemal düzeyde tüm sistemi ‘Oku’muş, kendi Hakikâti olan Allah’ı tanımış, bilmiş, sonucunda da ona en kapsamlı bir biçimde ayna olmuş ve Cevamiül Kelam özelliğine sahip oluşu sebebiyle tüm boyutlarıyla fark ettiği, idrak ettiği, vâkıf olduğu gerçekleri de insanlara bulundukları boyutun nesneleri ve kelimeleriyle misaller vermek suretiyle mucizevi bir yetenekle anlatmaya çalışmış, ancak hâlâ bin dört yüz yıl geçmesine, bilim ve teknolojide zirve noktalara ulaşılmasına rağmen, her sınıftan (Müslüman ya da değil) insanların çok çok büyük çoğunluğu tarafından, bırakın bu ifadelerin boyutsal derinliklerinin anlaşılmasını, zahiri anlamları bile henüz yeterince anlaşılamamış yanı sıra da onu korumak adına bizatihi onun getirdikleri inkâr edilmiştir ki, bu da ona karşı yapılmış en büyük zulümdür.
Şimdi kaldığımız yerden konumuza geri dönersek; bildiğimiz üzere, ölüm denilen olay, bilincin holografik bir gerçeklik boyutundan, başka bir holografik gerçeklik boyuta geçişinden ibarettir ki, bu Baas olma işlemi kesintisiz bir biçimde gerçekleşmektedir. Ve bu durum bununla da sınırlı olmayıp ondan sonraki tüm Baas işlemleri için de aynen geçerlidir. Bununla birlikte nasıl ki kişinin beyni çeşitli merkezlerden gelen çeşitli dalga boylarını alıp bunu ruha kaydediyorsa aynı şekilde, ölümle birlikte beynin elektriğinin kesilmesi sonucu bedenin manyetik alanının kalkmasıyla serbest hale gelen enerji yapılı ruh bedenin beyni de yine çeşitli yer ve boyutlardan gelen (E-M) dalgaları alabilmektedir. Çünkü fotonların (E-M) dalgalarının uzay-zamana (mekân ve zamana) bağlı olmaması, boyutlar arası enerji transferini de mümkün kılmaktadır. Tıpkı yıldızların maddesel (bilinen, görünen) yapılarından değil, onların ikiz boyutlarındaki yapılarından gelen dalgaların beş duyusal boyutumuzdaki nesneleri ve bizleri etkilemesi gibi.
Bu yüzden cenaze namazında ölümü tadan kişi bizatihi, orada bulunanları yaşarken sahip olduğundan çok daha net ve keskin bir biçimde aklı başında, şuurlu, kendinde olarak görmekte, duymakta,...algılamaktadır. Bu namazın kılınmasının nedeni ise, orada namaz adı altında yapılan dualarla ölen kişiye temennide bulunmak, onun ruhuna enerji takviyesi yaparak gideceği yeni ortamlarda karşılaşacağı olumsuz, negatif, kendisine azap verecek birtakım etkilere karşı güç kazanmasını temin etmek yanı sıra da kabir âlemine geçişte uyum sağlamasını kolaylaştırmaktır. Gömülme işleminin hemen akabinde imamın bir şeyler okuyup (söyleyip) dua etmesinin sebebi de yine budur. Bu işlemi imam ezbere, bir şeyler algılamaksızın yapmış olsa da, ölen kişi bunları algılayarak değerlendirmeye çalışır. Çok büyük oranla bu enerji ölen kişiye tek yönlü akarken; daha dünya yaşamında iken ölmeden önce ölmeyi gerçekleştirmiş, tüm şartlanma, değer yargıları ve duygulardan, bedenin tüm istek ve arzularından kurtulmuş, ruhunu da beden kayıtlarından dilediği an sıyırarak serbestçe dolaşabilme yeteneğine sahip olmuş üst düzey Bilinç sahibi velilerde ise durum biraz değişerek enerji çift yönlü olarak akmaya başlar. Yani, ölen bu kişi de ruh bedeninden orada bulunanlara enerji takviyesi yaparak onlara şefaatte bulunur. (Bkz. Hz Muhammed Neyi Okudu / Okyanus Ötesinden 1 – Ahmed Hulusi )
Devam edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder