1 Temmuz 2009 Çarşamba

Enerji-Melek 3

Enerji - Melek - III

Meleklerde ayıp, çirkin- güzel, iyi- kötü, günah- sevap, doğru- yanlış... gibi kavramlar geçersizdir. Melekler her an kulluklarını yerine getirmelerinden ötürü hiçbir şekilde yaptıklarından sorumlu değildirler. Tüm meleklerin birimselliklerine dönük olmaksızın, varlıkta sırf olumlu davranışlar ortaya koymalarına karşın, gazap melaikesi de her ne kadar bize göre olumsuz, negatif görünen olaylar meydana getirmiş görünseler de, hem kendileri açısından hem de bunların gerçekte varlıklar için birer rahmet olması dolayısıyla, ortaya koydukları fiiller yine olumlu eylemlerdir. Aslında insan ve cinler de evrendeki tüm nesneler, varlıklar gibi mutlak anlamda kulluklarını yerine getirmektedirler. Meleklerde olduğu gibi bu görevi yerine getirmemeleri söz konusu değildir. Ancak, insan ve cinlere, bulundukları boyut ve sahip oldukları özellikler nedeniyle yaptıklarının karşılıklarını iyi ya da kötü almaları, görmeleri, sonuçlarını yaşamaları itibariyle “sorumludurlar” denilmektedir. Bu sorumluluklarını yerine getirmemeleri yani bir sonraki aşamada kendilerine olumsuz türden şeyleri yaşamamaları için, gerekli düşünce ve davranışları sergilememeleri, yapmamaları, tanrısal anlayışa dayalı olan kulluklarını yerine getirmedikleri düşüncesiyle aynı anlamda değildir. Eğer bir noktadan bakacak olursak, varlığın gerçek boyutlarıyla bölünmez-parçalanmaz, sonsuz- sınırsız özellik ve vasıflı Tek Bir Meleğe (Ruhu Azam’a) dayanması dolayısıyla, Mutlak Evrensel sistemde herhangi bir varlığın bu ana yapıdan bağımsız bir yapıyla hareket etmesi, isyan etmesi, durumuna karşı çıkması, razı olmaması ... diye bir durumun olmadığı görülür... Ya bir de bunun yanında Allah kavramını düşünürsek.
Keza ayetlerde (ki bunlardan birkaçı) “Allah dilediğini yapar” (İbrahim-27), “ Allah istemedikçe siz isteyemezsiniz” (İnsan-30), “Yürür hiçbir mahluk hariç olmamak üzere, hepsini alnından çekip yürüten O’ dur.” (Hud-56), “Biz her şeyi kaderiyle halk ettik” (kamer-49)..., “ Ben insanları ve Cinleri kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat-56) denilerek bu durum apaçık bir şekilde ifade edilmektedir. İlk dört ayeti göz önüne alarak son ayete dikkat edecek olursak, burada sadece mümin olanların kullukta olduğu ya da şeytani cinlerin ve insanların kullukta bulunmadıkları değil, tam aksine, tüm bu varlıkların kesintisiz bir biçimde daima kullukta olduklarını dile getirilmektedir.
Tüm boyutlarıyla Evren adı altındaki yapının bilinçli enerji titreşimlerinden yani meleklerden oluşması, evrende canlı- cansız ayrımını ortadan kaldırarak her bir nesnenin kendine has bir bilince sahip olduğu anlamına gelmektedir. Bu yüzden, evrende tesadüfe, şansa, kaosa kesinlikle yer yoktur. En tepeden en aşağıya doğru birbirlerine hiyerarşik yapıyla bağlı tam bir entegre sistem ve düzen mevcuttur. Evrende görülen düzensizlik ise, bizim algı eksikliğimizden, yetersizliğimizden kaynaklanan bir yanılgıdır. Olayların iç yüzüne tam olarak vakıf oldukça da bu düzensizlik durumu yerini, hep düzenli bir duruma bırakır. Dolayısıyla kainatta bilinçsiz, düzensiz bir yapılanma kesinlikle söz konusu olamaz. Bu yüzden evrenin algıladığımız, ölçümleyebildiğimiz yönüyle bile tek bir elektrondan, kuarktan, glondan, gravitondan, yıldızlara, pulsarlara, karadeliklere galaksilere... kadar her şey birbirine bağlı olarak hareket eder. Hiçbirinin Bütünden ayrı bir varlığı olmadığı gibi, kendi başına bir iradesi, hareketi de olamaz. Ancak bunu, ötedeki ya da evrenin, tabiatın kendisi olan bir Tanrının iradesine bağlılık gibi düşünmemeliyiz. Kuantum fiziğiyle ilgili yapılan birtakım deneylerle bu durum açıkça ispatlanmıştır. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, bilinçsiz olarak gördüğümüz hayvanlar, bitkiler, nesneler belli bir bilince sahip olarak sistem içerisinde düzenli işlevler, görevler icra etmiş olmakla birlikte yapageldikleri bu işlerin idrakinde değillerdir. Yani kendilerini bilecek kapasitede değillerdir.
Maddenin yapı taşlarının melekler olması nedeniyle tüm madde görünümündeki canlı-şuurlu yapılar da yok olmayarak daha üst ya da alt boyutlara doğru dönüşüme uğramakta ve yaşamları bu şekilde sonsuza değin sürüp gitmektedir. Mesela bir insan öldüğü zaman, ruh bedeni çeşitli sonsuz ‘baas’larla aslına doğru geri dönüşümsüz, sonsuz yolculuğuna çıktığı gibi, ruh bedenini oluşturan maddi beyni ve bedeni de toprağa yani dünyaya karışarak aynı şekilde ve bir daha aynı boyuta geri dönmeksizin her seferinde farklı yapılara dönüşerek yoluna devam eder. Çünkü Allah’ın varlığı dışında ayrı birimsel varlıkları olmaması ve Allah’ın varlığının da sonsuz olması, O’ndan meydana gelmiş varlıklara da bir son, sınır çizilemeyeceği anlamına gelir. Zaten ayette “ Allah her an yeni bir yaratıştadır ” denmiyor mu? Ancak, bu dönüşümler bizlerin algılayamayacağı derecede çok çok uzun bir zaman dilimini kapsamaları yüzünden, kendi bulunduğumuz boyuttaki yapıların değişimi, dönüşümü dahi fark edilemeyecek düzeydedir.
Bu dönüşüm olayı insanlarda olduğu gibi hayvanlar, bitkiler, madenler... için de geçerlidir. Fakat hayvanların, bitkilerin kendilerini bilme, tanıma özellikleri olmadığı için, bildiğimiz anlamda bilincini, özelliklerini ölüm ötesi boyutta devam ettirecek bizimkiler gibi bir ruh bedene sahip değillerdir. Bu yüzden onlar için cennet ve cehennem kavramı olmadığından, yaşamları boyunca yaptıklarından sorumlu değillerdir. Onlar hayattayken canlılıklarını beyin ve bedenlerinin yaymış olduğu auralarından alırlar ki bu onların ruhudur. Bunlar, fiziki ölümleriyle birlikte bedenleri, canlı ya da cansız olarak nitelendirdiğimiz başka nesnelere, varlıklara dönüşecek olan dünyanın hammaddesine karışırken, auraları da dünyanın aurasına karışır. Tıpkı insan bedeninde olduğu gibi. Bu nedenle, ölen hayvanlara faydası olmayacağından (bazı insanların yaptığı gibi) dua...vb edilmez (bu onların yaşarken acı çekmeyecekleri anlamına gelmez). Aynı şekilde dünyamız ve diğer planetler de güneşin süper nova haline gelmesiyle başka bir yıldız ve gezegenlerin hammaddesi olmak üzere güneşin yapısına katılırlar. Tıpkı bundan önce, ölen dev bir yıldızın patlamasıyla, güneş ve gezegenlerin (güneş sistemimizin) oluşması gibi. Benzer biçimde, evrenimiz de Kâinat içinde başka evrenlerin hammaddesi olmak üzere boyutsal dönüşümünü tamamlayarak tamamen Salt Enerjiye geri dönecektir ve dönmüştür de...
Tüm bunları göz önüne alarak düşündüğümüzde, insanların ve diğer canlıların oluşumunu açıklayan Evrimin de cansız bir şeyden kör tesadüfler sonucu meydana gelen bir olay değil, cansız kavramının tamamen geçersiz olduğu evrende, aslı melek olan canlı bir yapının yine meleklerin varlığı ve onların ilahi istek istikametindeki tasarruflarıyla bir başka bilinçli-canlı yapı ya da yapılara dönüşmesi sonucu meydana gelen oluşumlar olduğu görülür ki, bu durum varlığını şu anda da devam ettirmektedir. Hatta bu değişim ve dönüşüm, bildiğimiz anlamla sınırlı olmayıp bunun dışında Kâinatın her bir noktası ve boyutunda da her an devam edip gitmektedir. Mevlana’dan, İbrahim Hakkı Erzurumi’ ye kadar birçok Evliyanın anlattığı Evrim düşüncesini de bu yönlü düşünmemiz, kabul etmemiz gerekir ki bu da, materyalist ya da Ruhçuların (spirtualistlerin) kısmi doğruluklar barındıran evrim görüşüyle tam olarak aynı şey değildir.
Her şeyin ana cevherinin melek olması, bulunduğumuz boyutta bize imkânsız, olağan dışı gibi görünen olayların yani mucizelerin, kerametlerin bir anda nasıl ortaya çıktıklarını da açıklamaktadır. Aynı şekilde cinlerin ya da istidraç sahiplerinin yaptıkları bu türden şeyler de maddenin meleki boyutun altında kalan enerji yapısıyla oynamaları sonucu gerçekleşmektedir.Şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran ve hadislerde anlatılan mucizelerin bir kısmı gerçekten öyle olmayıp tamamıyla anlatılmak istenen konuya yaklaşım sağlanması amacıyla ifade edilmiş mecazlar iken, geri kalan kısmı da bir fiil görüntülenmiş ya da o şekilde oluşturulmuş olaylardır.Ancak görüntü şeklinde ya da gerçekten meydana getirilen bu normal üstü olaylar beş duyumuza göre tespit ettiğimiz sisteme tersmiş gibi görünse de olayı Evrensel Sistem açısından ele aldığımızda, bunların hokus - pokusla olup biten şeyler değil, tamamıyla yine sistemin işleyişi içerisinde gerçekleşen olaylar olduğu görülecektir, şu an bizler için her ne kadar algılanamasa da...
Günümüzün yaygın maddesel bilimi de, sünetullahın yani evrensel sistemin sadece beş duyuya hitap eden yönüyle ilgilendiğinden araştırmacılar, bilimin madde ötesine dönük bu verilerini bilimsel olduğu için değil, sırf inançları böyle olduğundan, ya tamamen yok sayıp görmezden gelmekte ya da beş duyuya dönük olarak yorumlama eylemine girmektedirler. Sonuçta, bu da otomatikman, hakikâtlerine giden yolun baltalanmasına, kesilmesine, sahip oldukları evrensel meleki güçlerden, özelliklerden bihaber yaşayıp sonsuza dek mahrum kalmalarına neden olmaktadır.
Ayrıca çok önemli bir husus da, Allah’ın sünnetine (sünnetullaha) ters gelebilen, uymayan bazı olağanüstü olayların (olabilir, ama olmaz ya da olmamıştır türünden ) meydana gelmesinin de söz konusu olmamasıdır. Yani, bize sıra dışı, imkânsız gibi gözüken, ancak sistemin algılanmayan boyutundan müdahalelerle boyutumuzda beliren olağanüstü olaylarla, yine olağandışı görünen, ancak evrensel sistemde olmayan, bir karşılığı bulunmayan olaylar aynı şey değildir. Allah’ın sünnetullahına rağmen dilerse bu tür şeyler olur, oluşur mantığı, hem Allah’ın hem de sisteminin anlaşılmadığının bir göstergesidir.
(Bkz. İnsan Ve Sırları II / Evrensel Sırlar / Akıl Ve İman / Ruh- İnsan- Cin – Ahmed Hulusi ).
hologramk@yahoo.comİstanbul - 05.04.2005http://sufizmveinsan.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder