1 Temmuz 2009 Çarşamba

Enerji Alanları ve İnsana Dair Haylice Kapsamlı Bir Yazı B

Enerji Alanları ve Biz 3
Nazarın bilinçsizce açığa çıkmasına karşın, büyü ve sihirde ise, bilinçli bir yönlendirme söz konusudur. Nasıl ki kendi frekans gruplarına göre yayınlanan TV, radyo telefon…dalgalarının oluşturduğu bir şebeke ağı varsa aynı şekilde insan beyninin yaydığı dalgaların da meydana getirdiği bir şebeke ağı vardır. Bu nedenle istenilen kişinin sahip olduğu eşyalar (saç vs...), birer konsantrasyon objesi olarak kullanılarak belli kelime tekrarları ile bu şebeke ağındaki o istenilen beyinle ilişkiye geçilip (genelde E-M dalga yapılı bilinçli varlık olan cinlerin yardımıyla da) nazar olayındaki gibi etkiler oluşturulabileceği gibi, şifa da verilebilmektedir. Nazara, sihre (büyüye) ve cinlerin her türlü etkilerine karşı koruyucu dalgaların üretilmesi ise, belli dua ve zikir adı altındaki kelime tekrarlarının beyinde ilgili hücre gruplarını faaliyete geçirmesi sonucu yayınlanmasıyla oluşmaktadır. Beyinde oluşan her bir faaliyet, dışa çeşitli frekanslar şeklinde yansıdığı gibi aynı anda ve şekilde Ruha da kaydedildiği için bu dualar ölüm ötesi boyutta aynı frekans aralığını paylaşacağımız cinlerin bize uygulayacakları çeşitli etkilerine karşı da koruma sağlamış olacaktır. Bazı özel duaların okunmasıyla tıpkı lazer ışını gibi beyinden öyle güçlü Elektromanyetik dalgalar yayınlanır ki, bu tür dalgalar cinlerin olumsuz fikir, vesvese ya da insanların hayal güçlerini irrite etmeleri sonucu var olmayanı varmış gibi göstermek suretiyle çeşitli ilkalarını, etkilerini ortadan kaldırmanın ötesinde direkt bu ışınsal varlıkların dalgasal yapılarını tahrip etmek suretiyle onları rahatsız edip uzaklaştırmakta, buna karşılık uzaklaşmadıkları taktirde, onları yok edebilmekte, öldürmektedir. Onların bu ölüm şekli için “yakmak” tabiri de kullanılmaktadır. Bunun yanında birkaç kişinin bir araya gelip aynı anda toplu olarak bunları belli sayılarda okumaları hem okunan kişinin beyninin bu doğrultuda forme edilmesini, aktif hale getirilmesini (bu arada okuyanlar da birbirlerini bu yönde güçlendirmektedirler) hem de Cinlere karşı çok güçlü etkilerin meydana gelmesini sağlamaktadır.Ayrıca bu tür duaların okunması sırasında ortaya konacak bir sürahi ya da bir bardak dolusu suyun, okuyan kişilerin beyin dalgaları tarafından moleküllerinin iyonize edilmesi dolayısıyla hastaya içirtilmesi ve yine okunma esnasında sağ elin okunan kişinin başı üzerine konulması durumunda da o kişinin beyni pozitif yönde takviye edilerek istenilen yönde daha güçlü (verimli) çalışması temin edilebilir. Görüldüğü üzere, korunma işleminin beyin-enerji sistemiyle ilgili olması dolayısıyla dua ve zikirler okunmadığı sürece bunların yazılı bir metin olarak ya da bu amaçlı, çeşitli nesnelerin üzerimizde taşınmasının hiçbir faydası yoktur.Dünyanın merkezinde %90 demir ve demir bileşikleri, %9 nikel ve % 1 oranında da sülfür, oksijen, altın... bulunur. Bu oranları daha iyi kavrayabilmek için bir misal verirsek, yaklaşık % 1’ e yakın bir oranda bulunan altını eğer bu çekirdekten çıkartmış olsaydık dünya üzerindeki tüm karaların yüzeyini altınla kaplamak mümkün olurdu. Dünya üzerinde bulunanın milyonlarca katı basınç yüzünden yeryüzünün tam merkezinde katı ve çok sert metalden yapılmış 2754 km çapında demir bir çekirdek bulunur. Bu iç çekirdeğin üzerinde ise çok yüksek sıcaklıklar dolayısıyla 2200 km kalınlığında yine tamamen demir ve nikel ağırlıklı eriyik halde sıvı çekirdek bulunur. Aslında dünyanın oluşumu sırasında demir yok denecek kadar az olmasına karşın, bu denli yüksek oranlarda demirin bulunmasının nedeni de, 4,5 milyar yıl önce dünya çok sıcak bir durumda iken demir yüklü dev bir göktaşı ile çarpışması sonucu bunun merkeze yerleşerek erimesiyle meydana gelmesidir. Burada çok ilginç bir nokta, bu durumun birebir olarak bundan 1400 sene evvel Kuran’da anlatılmış olmasıdır. Çünkü Hadid suresi 25’ te “ ...ve kendisinde şiddetli bir sertlik ve insanlar için menfaatler bulunan demiri de gökten indirdik” denerek demirin bizatihi gökten geldiğini bize bildirmektedir. Yeryüzünün doğudan batıya dönmesi, çekirdekteki iyon halinde elektrik yüklü bu sıvıyı da aynı şekilde batıdan doğuya doğru girdaplar meydana getirecek şekilde döndürmesi sonucu, milyarlarca amperlik elektrik akımını, dolayısıyla da dünyanın kuzey –güney yönünde mıknatıstaki gibi bir manyetik alanın oluşmasını sağlar. Manyetik kuzey-güney kutupları da dünyanın kutuplarıyla paralel olmayıp aralarında ortalama 1550-1600 km mesafe bulunmaktadır. Ayrıca bu uzaklıklar da sabit değil, her yıl birkaç km dünyanın kutuplarına doğru yaklaşıp uzaklaşmaktadır. Bu manyetik alanların tarih boyunca hep aynı yön ve güçte olmadığı, çeşitli dönemlerde ise tamamen yer değiştirdikleri artık bilinmektedir. Bunların nedeni ise bu girdapların önce yavaşlayıp sonunda durduktan hemen sonra tekrardan ters yönde dönmeleridir. Bu işlem sırasında tüm girdaplar bir anda değil, lokal olarak ayrı zamanlarda ters dönmeye başlarlar. Şu anda güney kutbundan çıkıp kuzey kutbundan içeri giren manyetik çizgileri göz önüne alırsak, dünyanın güney kısmında yer alan bu girdaplar ters dönmeye başladığında bu durum o bölgedeki manyetik alanın zıt yönünde bir manyetik alanın oluşmasını sağlayacağından öncelikle o bölgedeki manyetik alanın yavaş yavaş zayıflamasına, sıfıra ulaştıktan hemen sonra da kendi yönünde baskın konuma geçip o doğrultuda güçlü bir manyetik alanın meydana gelmesine neden olur. Aynı işlem dünyanın her bir bölgesi için de aynen geçerli olduğundan, manyetik kutuplar zaman içinde tamamen yer değiştirmiş olurlar. Ancak bu yer değiştirme işlemi birkaç yüzyıl sürmekle birlikte bu dönemde küresel boyutlarda hem manyetik alanın gücü azalmakta hem de çok büyük manyetik alan düzensizlikleri ortaya çıkmaktadır. Ayrıca girdap hareketlerinin neden olduğu bu düzensizlikler, dünyanın çeşitli yerlerinde geçici olarak 7-8 ya da daha fazla manyetik kutbun oluşmasına da neden olur. Çekirdekteki iyonize sıvının yön değiştirip tekrar düzenli, kararlı hale geldikten bir sonraki benzer dönüşümü ortalama 250 bin yıldır. En son değişim ise bundan biraz farklı ve çok gecikmeli olarak 780 bin yıl önce meydana gelmiştir. Şu anda yapılan hesaplamalar, dünyanın manyetik alanının geçtiğimiz birkaç yüzyıla nispetle azaldığını bu yüzden de gecikmeli olan bu yer değiştirmenin başlamış olduğunu bize göstermektedir. Bu alan, uzaydan gelen zararlı kozmik ışınları, parçacıkların enerjisinin çoğunu ya da tamamını kaybettirerek alan çizgileri etrafında spiraller çizdirtip dünyanın manyetik çevresi boyunca dolaştırdıktan sonra, bu parçacıkları kutuplarda toplayarak yeryüzünün çok büyük bir bölümüne inmelerini önler. Sonucunda bu kozmik ışınlar kutuplardaki atmosferin üst tabakalarında atom ve moleküllerle çarpışarak geceleri Aurora denen ışık parıltılarını oluştururlar. Manyetik alanlar bu düzensizlikler döneminde her ne kadar zayıflayacak olsa da küresel anlamda aslında tam olarak sıfırlanmaz. Dolayısıyla, bunun neden olacağı etkiler felaket boyutlarına ulaşmayacaktır. Ancak bu durum, eskisine oranla kozmik ışınların yeryüzüne daha fazla inmesini sağlayacağından yine de bir kısım canlıların DNA’ larının etkilenmesine, fiziksel yapılarının değişmesine ve hücrelerin çoğalma güçlerini kaybedip canlıların Radyasyon hastalığından (kanserden) ölmesine neden olurlar. Bu çevrimler geçmişte yaşamış canlılardan bir kısmının yok olmalarına (toplu ölümlerine) açıklık getirirken, değişim ve düzensizlikler döneminde bu alanda oluşacak artma ya da azalmanın yerin manyetik alanını algılayarak yaşamlarını buna göre düzenleyen hayvanları da çok fazla etkileyeceği ortaya çıkmaktadır. Buna örnek olarak yönlerini manyetik pusulaya göre bulan göçmen kuşlarla, yuvalarını manyetik kutuplara göre kazan köstebekleri verebiliriz. Güneş ve sistemindeki Merkür, Jüpiter, Uranüs, Neptün gezegenleri ile yıldızların, galaksilerin de birer manyetik alanları mevcuttur (Mars ise bir zamanlar dünyadakinden 20-30 kat daha büyük manyetik alana sahip olsa da şu anda küresel bir manyetik alanı yoktur). Ayrıca bu enerji alanları tıpkı aurada olduğu gibi, yıldız ve gezegenlerin ikizleri olan dalgasal boyutlarla karıştırılmamalıdır.
Devam edecek...

Enerji Alanları ve Biz 4
Bedeni saran sinir sisteminde akmakta olan biyo-elektrik enerji gibi yeryüzünün altından da gezegeni enlemesi ve boylamasına geçen, nedeni şu an için tam olarak bilinmese bile dünyanın iç dinamiğiyle ilgili olduğu düşünülen, etkisi tamamen kanıtlanmış olan seyyal enerji damarları (elektrik akımları) bulunmaktadır. Bu enerji çizgileri de akupunktur noktalarında olduğu gibi belli bölgelerde kesişerek daha güçlü enerji noktaları oluşturmakta, dolayısıyla bu enerji de düzenli ya da düzensiz davranış biçimlerine göre pozitif ve negatif (kara) radyasyon akımları olarak adlandırılmaktadır. Buna, Çinliler “ejderha”, Keltliler “peri” İngilizler “Ley hatları” adını verirken çeşitli kültürler, varlığını tespit ettikleri bu şeyi farklı isimlerle anmaktadırlar.
Şimdi bunu biraz daha irdelemeye çalışalım: Bir üstte belirttiğimiz üzere, bu enerji hatları birbirlerini kestiği noktalarda çok daha büyük enerji alanları meydana getirmekle birlikte, bu alanlar çeşitli biçimlerde uzaya doğru yayınlanmakta, astrolojik tesirlerle de yayınlar artış göstermektedir. Pozitif akımların yanında negatif olarak adlandırdığımız enerji alanları ise, tıpkı vücudumuzda akmakta olan biyo-enerjinin kesintiye uğrayıp düzensiz bir durumda bulunması gibi, negatif hatlar da enerji akışının çok zayıfladığı, bloke olduğu ve bu yüzden düzensiz davranışlar sergilediği bölgelerdir. Bu düzensizliğin giderilmesinin yolu olarak tıpkı akupunktur iğnelerinin yaptığı gibi bu bölgelere çeşitli kazıklar, yuvarlak ya da dikili taşlar yerleştirilerek enerji akışı tekrar sağlanmakta yani pozitif hale dönüştürülmekte ve sonucunda da bu enerjinin toprak üstüne, uzaya daha rahat yayınlanması sağlanmaktadır. Keza, geçmişte ilkel olarak düşündüğümüz atalarımızın şamanlar, kâhinler, dinsel önderler...vb tarafından tespit edilen bu yerlere çeşitli taş yapıların, bloklarının yerleştirilmesi de tesadüfi değildir. Aynı şekilde tapınakların, yaşam yerlerinin pozitif bölgelere inşa edildiği de artık bilinmektedir.
Doğada gördükleri nesnelerin ruhları ya da öte âlem ve varlıklarıyla ilişki kurdukları bu sayede de çeşitli mesajlarla bazı olağanüstü haller gösterdikleri söylenen şamanların, kâhinlerin, dinsel rehberlerin... tespit ettikleri bu bölgelerde çeşitli yan faktörlerle birlikte transa girip ayin yapmalarının nedeni, söz konusu pozitif enerji alanlarının beynin açılımı doğrultusunda (istikametinde) faaliyetlerini artırmasının, bu boyutlara geçişi sağlayan faktör olmasıdır.
Bazı kişiler, bu enerji düğüm noktaları üzerine konulan taşlara, taş yapılara dokunduklarında baş dönmesinin meydana geldiğini, hatta bazı radyetesistlerin ya da hassas kişilerin belli zaman aralıklarında bu taş yapılara girdiklerinde, değişen manyetik alanlar dolayısıyla çeşitli duygusal yanılgılar, halisünasyonlar, garip sesler, titreme, ürperti, heyecan...vb fiziksel şeyler hissettikleri de tespit edilmiştir. Radyetesistler ley hatlarının, yer altı suyunun, gömülmüş metallerin ya da madenlerin sebep olduğu lokal (E-M) alanları ellerindeki çatal şekilli uzun çubuklarla tespit eden hassas kişilerdir. Bunu algılamalarının sistemini şöyle açıklayabiliriz: Nasıl ki bedenden çeşitli frekanslarda (E-M) dalgalar yayımlanıyorsa aynı şekilde vücut bir anten gibi çeşitli dalgaları absorbe ederek sinir sistemi vasıtasıyla bu enerjinin beyne ulaşmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte statik (durgun) Elektrik ve Manyetik alan değişimleri de bedende aynı etkileri meydana getirmektedir. Bu nedenle, ister statik isterse hareketli (E-M) alan değişimleri bu kişilerin kollarındaki sinir sistemlerinde (dolayısıyla beyninde) mevcut olan biyo-elektrik hareketliliğini etkileyerek kollarının ileri-geri, aşağı-yukarı doğru sarsılmasını, sallanmasını meydana getirmekte, sonuçta o şeyin algılanmasını sağlamaktadır. Öyle ki, Fransız Fizikçi Prof. Rochard tarafından yapılan laboratuar deneylerinde radyetesistlerin birkaç saniyede 1 gaussun 20-30 binde birlik değişimi algılayabildikleri ispatlanmıştır. Aynı şekilde, yine beyinleri hassas olan kişiler tarafından hasta vücuduna dokunulmaksızın bedendeki biyo-elektrik hareketleri eller vasıtasıyla algılanarak o kişinin sahip olduğu hastalıklar tespit edilebilmekte daha önce de belirttiğimiz gibi, şifacı tarafından uygulanan (E-M) alanlar vasıtasıyla da hastanın organ üzerindeki düzensiz elektrik faaliyetleri düzeltilebilmekte, dolayısıyla hastalık ortadan kaldırılabilmektedir.
Vücudun enerjiyi absorbe edip beyinde değerlendirdikten sonra tekrar dışa yayın yapma özelliğini çok üst düzeyde kullanan Hz. İsa (a.s) da Lazar’ı diriltme esnasında bedenini bir anten gibi kullanmak için bir kolunu göğe doğru, diğer kolunu da gergin bir vaziyette Lazar’a doğru uzatmıştı. Çünkü bu şekilde evrenin her yerinde mevcut olan anlam yüklü sonsuz enerji dalgalarından (Radyal Enerjiden) ilgili olanları yukarıda tuttuğu kol vasıtasıyla alarak bunu beyinde düzenledikten sonra diğer eliyle bu enerjiyi Lazar’a odaklamış, böylece onun üç boyutlu hologramik enerji yapısını bir hamur gibi yeniden yapılandırarak onu tekrar canlandırmış, diriltmiştir. Benzer biçimde Hz Muhammed (sav) de beddua ederken avuç işleri yere bakacak şekilde tutarak yerden aldığı enerjiyi aynı sistem ve beyin vasıtasıyla ilgili olayları meydana getirecek şekilde yayınlamıştır (odaklamıştır).
Tekrar konumuza dönersek; bununla ilgili bir başka deneyde de radyetesi uzmanı Bill Louis, Londra Emperial Kolejden Dr. Eduardo Balonovski ve ünlü bilim adamı Fizik ve Matematik Profesörü John Taylor’la birlikte güney Galler’de bir nehir kenarında bulunan 4 metrelik tarih öncesi bir taşı incelediklerinde Bill, bu taştan zamanla değişen bir manyetik alanın varlığını hissetmeye başlar. Bill’ in akabinde Taylor ve Balanovski, bu taşı Gauss-metre (manyetik ölçerle) ölçtüklerinde bu alanın İngiltere’ ye ait olan 0,47 gaussluk değerinin üzerinde olduğunu, ayrıca bu enerjinin spiral biçimde uzaya doğru yayıldığını tespit etmişlerdir. Ley hatları üzerine konulan taşların tesadüfi olarak belli hizalarda ve mesafelerde konumlandırıldığını düşünen bazı matematikçiler de iddialarını bilgisayar yardımıyla kanıtlamak için yaptıkları araştırmaların sonuçları karşısında büsbütün şok geçirmişlerdi. Çünkü, matematiksel olarak da bu taşların tesadüfi yerleştirilemeyeceği net olarak görülmüştü. Aynı şekilde 1900’ lü yılların başında Greenwich Rasathanesi müdürü Sir Norman Lockyer ile 30’lu yıllarda Oxford Üniversitesi Mühendislik Bölümünden Prof. Alexandre Thom da çok geniş çaplı araştırmalarda bu taşların ley hatları boyunca tesadüfi olarak yerleştirilmediğini kanıtlamışlardır. 80’ li yılların başında Arkeoloji Enstitüsünde araştırmacı olan inorganik kimyacı Dr. Don Robbins de taşlardan kurulu dairesel yapıların çeşitli (E-M) enerji yayımladıklarını bilimsel olarak tespit etmiştir. Dr. Robinson’ un keşfettiği, sadece bununla sınırlı değildi. Bunun yanında bu taşlardan gece ve gündüzün eşit olduğu Mart ve Eylül gün dönümlerinde çok daha yüksek frekanslı dalga yayınımı olduğunu, topraktaki radyoaktivite oranının daire dışında olana oranla çok çok düşük bulunduğunu ve bu taş yapıdaki enerjinin uzaydan gelerek dünyaya kadar inen kozmik ışınları (1) durdurup koruyucu bir kalkan gibi hep bu dairenin dışında tuttuğunu da belirlemiştir.
Devam edecek...
(1) Her ne kadar kozmik ışınlar, yerin manyetik alanı ile atmosferdeki molekül ve atomlar tarafından durdurulmuş olsalar da yine de çok küçük bir bölümü yer yüzüne kadar inmektedir.
Devam edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder