1 Temmuz 2009 Çarşamba

Enerji Alanları ve İnsana Dair Haylice Kapsamlı Bir Yazı G

Enerji Alanları ve Biz 14
Uzak doğu dinlerinde de görüldüğü üzere; kurulu sistemde var olmayan belli mantra kelimeleri ile gelişi güzel yapılan zikirlerin (1) (bedenin istek ve arzularına set çekip oruç, inziva...vs. çalışmalarının da ek olarak ) beyinde oluşturduğu hassasiyetler, bu insanların hakikat boyutuna adım atayım derken bu kontrolsüz hareketleri dolayısıyla Nar boyutunda takılmalarına, o boyuta kanalize olup yönelmelerine neden olmaktadır. Böylece farkında olmadan iletişime girdikleri cinlerin oyununa gelerek parçalardan oluşmuş tek bilinç ve ruh anlayışına dayalı panteizm ile ruhların bir bedenden farklı bedenlere geçişi olan reankarnasyon gibi aslı olmayan batıl hayalleri deneyimleyerek gerçeklikten tamamen saparlar. Sonucunda da bunların en iyileri bile çok şeyden mahrum kalır. Parçalardan oluşmuş evrenin ruhuyla ve bilinciyle bütünleşen bu fethi zulmani sahiplerinin yapmış oldukları keramet ve mucizelere benzer tüm olağanüstü olaylar ise, tamamen şeytaniyet vasıflı cinlerin yardımıyla oluşmaktadır. Üst düzey Cinlerin güdümünde olan, buna karşılık alt düzey cinlere dilediğini yaptırarak onları kullanan bu kişilerin meleki (nur) boyutlarını algılayıp değerlendirmeleri de mümkün değildir. Cin kökenli melekleri de etkileyemezler, onları asla kullanamazlar.
Yine çeşitli zikir ve ritüellerle, bilerek yapanlar olduğu gibi farkında olmadan da “uzaylı” ya da başka başka isimler adı altında şeytani vasıflı cinlerin enerji alanlarıyla bağlantı kuran ve bu suretle birtakım insanları etkilemek, olayları yönlendirmek ve çeşitli şeylerden haberdar olmak için çalışan bazı gruplar da bulunmaktadır. Bunlar ise, ya kendi çıkarları ya iyilik, güzellik, hümanizm, olumluluk ya da direkt kötülük, olumsuzluk duygularını yaymak düşüncesiyle hareket etmektedirler. Ayrıca, bugün bir çok istihbarat servislerinin, medyum ve bağlantılı oldukları cinler vasıtasıyla her tür casusluk faaliyetlerini gerçekleştirdikleri, birtakım şeyler yaptıkları da artık açıkça bilinen bir olgudur.
Ramazan ayında da astrolojik tesirler ile yeryüzündeki belli merkezlerden gelen güçlü dalgalar, bu frekansa uyumlu beyinleri öyle güçlü etkiler ki, bu hal, kendini fark edilir düzeyde göstererek normal zamanlarda ibadet çalışmalarına irade gösteremeyen, bunları yerine getiremeyen insanlarda bile bedenin istek ve arzularına set çekme, oruç tutma ve ibadet etme...vb eylemleri kolay hale getirmektedir. Hatta akşamcı olarak bilinen, alkol içmeden duramayan kişiler de normal şartlarda güç getiremeyecekleri halde, alkol bağımlılığından bu ayda rahatlıkla kurtulabilmekte ve bir ay boyunca ağızlarına içki sürmemektedirler. Böylece bu ayda manevi dünyaya, içsel aleme yönelme, kendine çeki düzen verme... toplumsal olarak doruk noktadadır. Yine bu yüksek ışınımın neden olduğu beyinler arası güçlü enerji alanları, şeytani vasıflı cinlerle insanlar arasında perde oluşturarak, onların insanlar üzerindeki belli başlı etkilerini minimum seviyeye düşürmekte ya da tamamen engellemektedir ki, tüm bu durum hadiste: “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur” şeklinde sembolik olarak ifade edilmiştir. Olanlar bununla da sınırlı değil. Çünkü, oruçlu iken vücuda katı ya da sıvı gıda girdisi olmadığından beyin bu gıdaların vücutta işlenmesi için gerekli enerjiyi ilgili organlar yerine kendi işlevlerini artırma yönünde kullanabilmekte, böylece hem dışa hem de ruha dönük yayın yapmada daha güçlü hale gelmektedir. Dolayısıyla ramazan ayında beynin üretim kapasitesi artacağından daha fazla ibadet, daha fazla tefekkürde bulunmak bizler için bulunmaz fırsat olacaktır.
Bin aydan daha hayırlı yani takriben seksen üçlük yıllık hiç durmaksızın kesintisiz ibadetlerle elde edilenlerden çok daha fazla getiri sağlayacak enerjinin tüm insanlığa ortak sunulduğu an olan kadir anı da bu ay içindeki bir gecede olmaktadır. Yaklaşık 15-20 dakika süren, ancak etkisinin sabaha kadar sürdüğü bu ışınımın (meleki gücün) en önemli özelliği, uzun nefis terbiyesinden geçilmemiş olunsa bile kişiye kendi hakikatini açığa çıkartacak Miracı oluşturmasıdır. Elbette bedenen ve şuursal anlamda uyanık olmak şartı ile. Bu yüzden Kadir anından en iyi şekilde faydalanmak kısacası bu ışınımı en yüksek düzeyde absorbe edip değerlendirmek içinse bu anın öncesinde zikir, namaz... ile kendini yoğun tefekküre vermek suretiyle beyni daha hassas hale getirmek çok önemlidir. Elbette bunları her yapan, o anı hakkıyla yaşayacaktır diye bir kural söz konusu değildir. Ancak, nasıl ki Kabe’ ye her giden onun hakikatiyle hakikatlenememesine rağmen ondan enerji yönlü yararlar temin edebiliyorsa bu yüksek enerji alanının beyinsel işlevleri artırması dolayısıyla yine aynı şekilde bu güçlü meleki tesirlerden de kapasitesince enerji yönlü fayda sağlayabilmektedir. (Bkz. İnsan Ve Sırları 1 / Dua Ve Zikir / Kendini Tanı - Ahmed Hulusi / Melekler Ve Kadir Gecesi / Meleklerin İnişi - Ahmed Fevzi Yüksel / www.sufizmveinsan.com /tasavvuf )
devam edecek...
(1) Bu dinlerde belli mantra kelimelerinin tekrarı sadece meditasyon, yoga ya da trans hallerinde yapılırken, İslam’ da, Allah’a yakin elde etme, onun sayısız özellikleriyle bezenme yani Allah’ın Ahlakıyla Ahlaklanmak için tekrar edilen ve sistemde bir karşılığı olan zikirler ise, her an, her şart ve durumda belli bir noktaya yönelme, konsantre olmaksızın rahatlıkla yapılabilmektedir.
İster, beyin açılımlarının farklı olması nedeniyle özele (kişiye), isterse de genele dönük olarak hazırlanmış olsun, kelimelerin belli sayıda ya da formüllerle zikredilmesinin nedeni ise; beyinsel işlevlerin istenilen yönde yoğunluk kazanabilmesi, belli bir maksimum seviyenin yakalanabilmesi için tespit edilmiş sayılardır. Çünkü din adı altında yapılan her bir şeyin bir sistemi bulunmaktadır. Yoksa bunlar "Yaradan nasıl olsa niyetimi, söylediklerimi, anlıyor ve biliyor" gibi anlayışlarla rastgele, alelade olarak tavsiye edilmiş rakamlar değillerdir.
Enerji Alanları ve Biz 15
Şunu da açıkça belirtmek gerekir ki, bugün bilim dünyası beynin mikrodalga faaliyetleriyle ilgili alana henüz girmediğinden, beynin sahip olduğu duyuları, algıları sayısız özellik ve güçleri yok hükmünde değerlendirmektedir. Dünyanın en önde gelen üniversitelerinden kendi konusunda uzman bilim adamlarının kişisel çabaları ve geliştirmiş oldukları sınırlı aletlerle giriştikleri araştırmalarda belli bulgulara ulaşılmış olunsa da bu veriler, bu tür şeylerin güçlü ispatı, delilleri niteliğinde olup henüz bu şeylerin detayı hakkındaki bilgiler değillerdir. Bu yüzden öncelikli olarak holografik olarak dizayn edilmiş beynin mikrodalga faaliyetleri ile bu ışınların frekansları ve bu frekansların anlamlarını çözebilecek cihazların yapılması gerekmektedir. Şu anki cihazlarımız, bize göre çok hassas dalgaları ölçebilecek düzeyde olsa da mesela: Jüpiter gezegeni üzerinde çalıştırılacak bir cep telefonunun dalgalarının dünyadan rahatlıkla tespit edilebilmesine ya da dünyadan milyarlarca km. uzaklıktaki uyduların gezegenlerden çektikleri görüntüleri radyo dalgaları şeklinde bir ampulden yayınlanan ışığın milyarda biri kadar güçle yayınlaması ve bu dalgaların dünyadan rahatlıkla alınıp çözümlenebilmesine hatta milyarlarca ışık yılı uzaklığındaki galaksilerden gelen ve bunlardan da daha zayıf ışınların görüntülenebilmesine karşın, ne bu, ne de başka aletler beynin bu tür dalgalarını ölçebilecek yeterli kapasite ve nitelikte değillerdir. Eğer böyle bir cihaz gerçekleştirilebilirse, insanlığın sahip olacağı yetenek ve güçler elbette hayalimizin bile ötesinde olacaktır.
Dolayısıyla, evrenin algılayabildiğimiz kısmına ait sonsuzluğu görmek bu sonsuzluğu çözmek, anlamak için uzaya çıkmak yerine, beynin sırlarına dönük olarak yoğunlaşabilseydik örneğin, beynin yaydığı bu dalgalar vasıtasıyla hem algıladığımız evrenin hem de evrenin ikiz boyutlarındaki (bu bildiğimiz maddenin dalgasal yapısı değildir) hologrofik nitelikli ışınsal halde bulunan başka boyut ve o boyutlara ait yaşamları, gerçekleri çözebilir anlayabilirdik. Sadece bunlar da değil, bu dalgaların deşifresiyle yazılarımız boyunca değindiğimiz beynin tüm olağanüstü olayları gerçekleştirebilecek özelliklerini de keşfetmiş olurduk. Elbette, beyinden yayınlanan dalgaları çözmek demek aynı zamanda dünyadaki tüm canlı ya da cansız enerji birikimlerini (bloklarını) her an kesintisiz bir biçimde etkilemekte olan takım yıldız ve planetlerin ikiz yapılarından ve dolayısıyla başka-başka merkezlerden gelen dalgaları da deşifre etmek demektir. Bu nedenle evrensel sırlara açılan tek ve yegâne kapı, sadece insan beynidir.
Bir önemli nokta da: Allah’ın sonsuz ve sınırsız olması sebebiyle bir Allah bir de yanı sıra evren içre evrenler, kâinat gibi iki ayrı yapıdan söz edilemez. Bu yüzden tüm görünen, Allah’ tan gayri bir şey değildir, yani Allah’ tır. Ancak Allah, görünen değildir. Benzer ifadeyle görünenin Allah olması ile Allah’ın görünen, algılanan olması aynı anlama gelmemektedir. Eğer Allah sadece görünenden, algılanandan ibaret olsaydı, onunla sınırlanır, kayıtlanır sonucunda da bir “Tanrı” olurdu. Oysa evrende, Tanrı ismi değil (ki insanların büyük çoğunluğu “Tanrı yoktur” derken bunu kastetmektedirler), Tanrı kavramının kendisine yer yoktur. Böylece Allah ismi ile işaret edilen varlık, cisimlerin (nesnelerin) ya da birimlerin ötesinde bulunup da onda tasarruf eden ikinci bir varlık olmayıp, kâinatta algılanan, bilinen tüm nesneler, birimler suretiyle dilediğini yapandır. Bu nedenle tüm boyutlarıyla varlık Kozmik Bilincin bir gözüyle, diğer gözünü seyrinden başka bir şey değildir.
“Attığında sen atmadın, atan Allah’ dı / Evvel, Ahir, Batın, Zahir O’ dur / O’ nun Misli olan hiçbir şey yoktur / Nefsinizde mevcut olan O, hâlâ görmüyor musunuz? (Bir nefsin var da onda bir de O var anlamında değil) / Her ne yana dönerseniz Allah’ın Veçhini görürsünüz” ...vb ayetler ile “ Beni gören Hakk’ı görmüştür” hadisi şerifi hep bu duruma işaret etmekte ve varlık adı altında var olanın Tek Bir Bilinç olduğu dile getirilmektedir.
Dikkat edilecek olursa, son ayette Vecihleri yani yüzleri kelimesi yerine, görünenin Tek Bir Veçhi olduğunu belirtmekte; Allah veçhinin görüldüğü birimlerin de aynı şekilde birbirlerinde O’ nun veçhini görmesi, gören ve görülen ikilemini ortadan kaldırmaktadır. Buna karşılık bizler ise, Tanrısal anlayışa dayalı olarak, sadece ibadetler vs... ile Allah’ın huzuruna çıktığımız, bunun dışında huzurda olmadığımız düşüncesinin getirdiği eylemlerle, aslında her an kesintisiz bir biçimde herkesin herkesle de O’ nun huzurunda olduğu gerçeğini müşahede edememekte, bunun sonucunda da hayatımızı sistemin gerçeklerine göre değil, zan ve hayallerimize göre düzenlemekte, sonra da bu hayallerimizin karşılığını alacağımızı vehmetmekteyiz.
İşte “Ricali Gayb” kavramını da tüm bunları göz önünde bulundurarak Holografik açıdan Boyutsal anlamda değerlendirmemiz, ele almamız gerekmektedir. Rızkımızı Mikail (as) verince Allah bunu bana verdi ya da Azrail (as) canımızı aldığında Allah aldı diyebildiğimiz gibi, “Ricali Gayb” olayını da sistemde aynı şekilde görmeliyiz. Aksi taktirde bu kavramları yerli yerince oturtamadığımız için nasıl ki Allah’ı bir Tanrı olarak düşünüyor, hayatımızı da buna göre yönlendiriyorsak bu kişileri de aynı şekilde bir Tanrı olarak görmemize neden olur. Geçmişte de, insanlığın ortaya çıkışından bugüne kadar her devirde var olan ve (beşeri bilinç ve kuvvetleri ile değil)
Hakikatinin kuvvetleriyle evrende dilediğini yapan, olaylara istediği doğrultuda yön verebilen bu kişiler, dünya üzerinde birtakım olaylar meydana getirdiklerinde, işin künhüne vakıf olmayanlar, hayallerindeki Tanrılara ait özellikleri bu kişilerde görmeleri, onlarla özdeşleştirmeleri dolayısıyla, onları Tanrı olarak kabul etmişlerdi. Tarihteki efsanelerde adı geçen tanrıların bazıları bu tür kişilerdir.
Kısacası insanın Allah olması başka bir şey, Allah’ın İnsan adı altında tecelli etmesi, görünmesi bambaşka bir şeydir ki, bu ayrımları çok iyi analiz edip kavrayarak sistemi çözme yoluna gitmeliyiz.
Zaten bir ayet ve hadiste “ Allah Muhsinlerle ihsan edicidir / İnsanlara şükretmeyen Allah’a şükretmiş olmaz ” denilerek gerçek vereni görmek suretiyle karşısındakine şükretmenin aslında onun Hakikâti olan Allah’a şükretmek olduğunu, ona olan nefret ve kinin de yine O’na yöneldiğini bize açıkça söylemiyor mu?. Bu yüzden sufizm, Allah için buğz etmenin faile değil fiile olduğunu belirtir. Çünkü fail,Hakk’ın kendisidir. Böylece nefret fiile, sevgi ise Hakk’adır.
(Bkz. Kendini Tanı- Evrensel Sırlar – Dosttan Dosta – İnsan Ve Sırları II/ Ahmed Hulusi)
Devam edecek...
Not: Korunma Duası için bkz. Dua ve Zikir syf:167 – Ahmed Hulusi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder